öyle hayatlar hak ettiriyoruz ki kendimize,
hayallerle dolu,
dolu.
dop dolu
hep kıskanıyoruz bir başkasını. ne güzel yaşıyor diye.
-günaydın bitanem
-günaydın tatlım
günaydın insanlık!
yarın aynı güneşe bakmayacağız,
hep beraber!
kimimizin çocuğu doğacak,
kimimiz öleceğiz.
bu yüzden boşvereceğiz güneşi.
kimimize zaten gün olmayacak aydınlık.
geçende bir adam vardı işte ne yaptığını bilmeyen,
boş bulunmuş olacak ki sual etti;
“karanlıkta kendimi yalnız hissediyorum hep,
neden ileri gelir ki bu?”
hiç düşünmedim saniyelerce
karanlıktaysan, önünü göremiyorsundur,
e önünü göremiyorsan yalnızsındır zaten.
işe gittiğinde, “günaydın!” diyecek bir iş arkadaşın yoktur evvela.
sonra, “mümkünse bir ara odama uğrar mısınız?” diyecek o güzel kadın.
sayın müdürün. yoktur yani.
hatta belki işin de yoktur, cv’nde “yalnız” yazıyor diye.
dolayısıyla akşam eve geldiğinde,
“tatlım yorgun değilsen masayı hazırlamama yardım eder misin?” diyecek güler yüzlü,
ince belli bir eşin de yoktur. uğruna değil ışık bulmak, ölebileceğin.
“çocuk mu yapsak artık” diye düşünmezsin.
dünyanın çocuk getirebilecek kadar iyi bir yer olup olmadığını tartışmazsın
o güzel kadınla çırılçıplak uzanıp, kutuplardaki canlıların yalnızlığını umursamazca.
duyduğun en samimi söz “tuzu uzatsana”, en tutarlı göz temasının kahramanıdır.
ölümseyerek yaşarsın da “mutsuz mu acaba?” bile demezler hakkında.
çünkü çocukları bisikletten düşmüştür, dizi acıyordur.
sen hep ayaktasındır.
zaten ineceksindir bir sonraki durakta.