Kalbim

aşk bu, imkansız
aşk
belki yanılan benim
bu aşk imkansız, imkansız
zaten her imkansız; benim
unuttum mu diye yokluyorum,
kendim olamıyorum.
kendime söz geçiremiyorum

sessizim
şimdi sensizim burda,
bir parça Cansever’im,
bir parça Süreya
büsbütün çaresizim
büsbütün, haşa
bütüne ulaşmak düşmez bana
tarifsiz dileklerim var benim,
tarifsiz deliliklerim,
belki de bu delilik yalnızlığımdan
tarifsiz sensizliklerim,
hayaline söyle gitsin odamdan
kalbim var benim

Bilirsin sen

sevemedin gitti beni
çok koştum peşinde
aslında haklısın
sevemedim kendimi bende

bilirim akıllısın
bilirsin eğriyi doğruyu
ben olsam bende bakmam yüzüme
sana değil sitemim, yaradana,
sualim; bu kadar akıl niye !
bu kadar güzel bir kuluna bu kadar akıl
bak bana, kendim bana dargın
bilirsin sen.

Oldum

bir arkadaşın geldi, beni görmek istiyormuşsun
şükrettim Allah’a, ya görünmez olsaydım
sen ki ilahı kıskandıran.. konuştun benle
“sen” dedin bana,
“sen” oluverdim
bir kaç satır bir şey söyledin.
daldım gittim uzaklara,
sözlerinin hükmü yok, gözlerinin gölgesinde
biraz daha konuştun,
“ölürsün” dedin
sustun,
özür diledim.
sustun,
ölürüm sandım
gittin.
yanlış yapmıştık
yanlış konuşmuştuk
“öl” deseydin, ölüverirdim.

Bir adam

bir adam vardı ilerde kaybolmuş gibi
iki adım ileri gitti, duraksadı
sanki bir şey arıyordu ama, bu dünyadan değil
aradığı gökyüzünde gibiydi
bazen oynuyordu dudakları
kısık bir şiir okur gibi, iki adım daha attı
bu adam bir şey arıyordu
ya da böyle düşünmemizi istiyordu
ne arıyorsa bulamayacağı ortada
böyle bitkin bir arayış sonsuza dek sürer
bu adam manevi bir şey peşindeydi
bir kaç adım daha gitti
yaptıkları çocukcaydı
hani insanlar 30 yaşlarında doğmaya başladı deseler,
örnek verilirdi bu adam.
dünyayı daha yeni tanıyormuş gibi.
bir nefes alıyor ki, başı ağrımış stresten,
derin derin sigara dumanına boğulur gibi
boş havayı çekiyordu
birşey anlatmaya çalışırcasına,
gökyüzünü izliyordu
döndü bana doğru baktı,
kısık bir mısra seslendirdi belki;
“dudaklarım kıpırdamıyor”
aynaya bakmışım gibi hissettirdi.
bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bariz.
bu adam bendim.

Onlar

akşam olmuş, gürültülü sabahtan
sabahtan gürültü devralmış akşam
yenilmeye gücüm yok, hani fahişeler
ne çiçekler kokladım, ne güller soludum
sordum, eşe dosta lakin yoktular
sayfalarca kahpeler, fahişeler öptüm,
aradığım sendin, yoktular

ne özgürlükler sezdi gözüm, ne tutsaklıklara yenildim
kin tutmaya ırak özüm, seni aramaya geldim.

sen diye kaç güzele vuruldum, kaç güzel sevdim.
aradığım sendin, yoktular.

unutuyorum

sensiz kalıyorum
zaten sensizim hep
bazen seni hak etmediğimi düşünerek,
unutmaya çalışıyorum.
bazen de sırf bunun için seni hak ettiğimi düşünüyorum.
sessiz kalıyorum,
sensiz, sessizim hep

unuttukça düşünemiyor,
düşündükçe unutamıyor, utanamıyorum.

seni unutmak için; yaşamaktan vazgeçmeliyim
ya da aklımdan.

unuttuğum onca şey arasında,
“seni hatırlamam gerektiği”ni bulamıyorum
unutmam gerektiğini unutuyorum.

ela

merakla bakıyorsun.
belki..
hani görsem doya doya.
uğruna ölmek deseler, düşünmem hiç.
hak etmediğimi bile bile izlerim seni.
hani bir rüzgar almış beni,
sensizliğe itiyor yamaç yamaç.
sen sessizce bakıyorsun.
inan hak etmiyorum ellerini
hani kalbimin duruşunu beynim farkediyor,
öyle bakıyorsun ki;
hâla gözlerinin rengini bilmiyorum
belki ela, belki kahverengi
ses tonunu bilmiyorken
ne önemi var rengin
bir kez adımı telaffuz etsen,
özlem demiştik ya, bu nasıl özlem?
hani pazarda annemi kaybetmişim, her yer çok kalabalık.
öyle özlemişim.

gözlerinin rengi kesin ela.
ağızından çıkan her söze itibar ederim
hani “öl” desen mesela,
ölmesem gücenirim kendime
affetmiş gibi yaparım,
ölmesem öldürürüm kendimi

ben kelimeler yazarım,
sen duymazsın.
hani birinden kaçarsın bağırırsın duymazlar rüyada
öyle muzdarip kelimelerim
hani “öl” demişsinde, intihar etmişim sanki.
ölsem seversin gibi.

Pencere

hava çok sıcak,
herkes sıcaktan şikayetçi
ben üşüyorum,
ne zaman yalnız kalsam üşürüm,
oysa herkes başımda bekçi
sensizken üşüyorum

bu pencere çok eski,
bu pencereden bakmışımdır hep dışarı
güneş toprağı kavuruyor
bir damla suya muhtaç toprak
belki de aradığı su değil.
sensizlikten kıvranıyor

bilirim, zordur kıvranarak beklemek.
gelmeyeceğini bile bile beklemek
ben bu pencereden bakarken ölüyorum,
bu pencere düşman oluyor bana
eskimiş ahşap kasası, kirli camı
bu pencere terkedilmişliği gösteriyor
buranın makinisti pencere,
ne isterse onu izliyor,
seni istemiyor, akıllı
biliyor, camları iner aşağı
camları terkederse yalnız kalır ahşap kasası.

bu pencere bana terkedilmişliği hatırlatıyor
hiç arkadaşı yok
beklediği sen misin yoksa?
senin için mi harcadı onca yılı?
yine mübalağa ediyorum
ahşap kasa ne bilir aşkı?

Yalnızlığım

yalnızlık adı kadar sıkıcı değil
bir müddet sonra kalabalığa küstürüyor
yalnızken de kalabalıkmışsın gibi düşündürüyor
her yerde bir arkadaşın var,
herkes senin iyiliğini istiyor
her şey kafanda ama her şey eksikmiş gibi
sana her şeyi veriyor
ve her şeyin ne olduğunu soruyor
yalnızlığım oyun oynuyor benle,
onunlayım şu an bile
onsuzluğa küsmüşüm
daha ne kadar yalnız olabilirim ki?
sanki bir çamura düşmüşüm,
gürültümle alay ediyorum
sessiz olun uyudu.
ben yerine yatırayım şunu.

“kalk hadi yalnızlığım”
“kalk, yerine yat”