Sesler

tozlu sesler bozuyor düzensizliği
-düzen- uyumsuzluk denizinde kayıp gemi
evlerin borçlandığı gün ışığı
merak ederken, hakikatin sakladığı demi
korkuyla cesaretin sessizliği
gürültüyü ziyan etmekte
acımasız değil acemi
sesler fısıldıyor gökyüzüne
gökyüzünde bulacak aradığı hikmeti
annelerin çocuklarına düşünce satan bir simitçi
gücünü kuvvetini sınamakta
alt edecek çaresizliği
bu kadar şey olup biterken,
haykırışları umursanmadığı halde,
kendini gerçek sanan bir düştüm
dizim acımıyor anne.

Azıcık daha üzül

üşüyorum ateşler içinde
yakınken bile en uzaksın
elini tutamıyorum yine
aklın yakın olsa kalbin yanaşmıyor kalbime
üşüyorum her yer sessiz, hastayım
sessizliğime katlanacak kimsem yok
saat geç oldu gideceksin, -yastayım-
azıcık daha üzül halime,
annem olsa üzülür, farkettirmez,
üzülmeyeyim diye -annem olur musun?-

akşam oldu yine sormadan,
karanlığı sevemedim bir türlü
götürüyor seni odamdan
ışık olsan doğudan, batıdan
-gözlerin- diyorum. gözlerimi alsan
üzülmeyeyim diye -sabah olur musun?-

Geçen saat

bir gökyüzü düştü yağmur tanelerinden
natamam bir ürperti umudu
sunuldu hiç görülmemiş bir güzellikte
hiç sıkılmamış ellerden
hiç başlamayacak gibi bitti sonra.
evvela kurumaya başladı sesler
bir keman yayında -eksik eksik-
yolunu kaybetmiş saatler de
-çığlık çığlık- tıkırdayarak yendi sessizliği

kaybolan efkarlar dağıldı atmosfere
var olan bir tek mum ışığı
ayak izleri eşliğinde, ağlamaya başladı
gövdesini saran gözyaşlarıyla alay edercesine
gövdesini ısırdı her saniye

-hay bin kunduz!- artık yok gökyüzü
sessizliği kalabalıklaştıran sokaklar
neriman hanımın kaşındıran püskülü
bir oldu yokluğun saçaklarıyla

-ki saçlarında- bir kadının gündüzü,
ölmeye yakın açlıklara
selam etti neşeyle -elveda-

geçen saat başladı bu öykü
şimdi biteviye bir sabah
bir gökyüzü özgürlüğü,
kaybolup gidiyor evrende.

bir belirsizlik araladı kapımı
sormadan daldı içeriye
usul usul üstümü örttü
hıçkırıklarımı gömdü sessizliğe
tam korkmuyorum derken,
aldı biçare bedenimi
koşar adım saklandı gizbeye,
bir kalem vardı elimde, bir de kağıt
yalnızlığı yazmaya başladım,
geçen saat

su

şu su olsam dünyana
yerlere serilsem, ayakların altına
yükselsem güneşin ateşi çıktığında
tutunsam gücüm yetinceye dek bulutlara
ağırlaşınca salıversem bedenimi gökçatıya

belki bir damlamı tepeler geçersin,
tabanındaki çepere tutunur kalırım.
bedenim gölgesindeyken bedeninin,
tutundukça huzura ulaşırım

...

olur ya; bir damlam temiz kalır,
dahil edersin berrak ruhuna
hiç etmediğin kadar
loş bir parıltı dudağına

bir tutam tadarsın beni
ölünceye dek yaşatan seni,
kabul edersin kutsal bağrına
hiç etmediğin kadar.

kim bilir? süt olurum çocuğuna
can katarsın varlığına varlığımla
çocuğun olur kavuşurum kucağına

Dünya tutulması

başıma bir ağrı çökmüş, her şey sana gebe
her şeye saygılıyım artık
bildiğim her şey düşmüş, senden önce
bildiğim her şey tastamam.
tastamam yalan her şey
kaşlarını çatarsın doğmadan,
batarsın güneşim olduğunu bilmeden, sormadan

öteden beriye koşmuşum, yorulmuşum,
ol desen kölen olurmuşum
hiç somurtmadan, -gidersin diye-
hiç ölmedim ben, hiç olmuşum
kalbimi bir ağrı sarmış, evren sana gebe
dünya sensizliğe tutulmuş, ışıktan yoksun
ağır gölge sensizlik
ruhumu bir acı kavurmuş, ölümden hallice,
bulduğum her ışık, her kıvılcım,
öldüğümü sanan şu alem sana gebe
ölüm ayrılık değil güçsüz tasası
gel yanaş şu fikre, doğ artık
doğda görsün insanoğlu dünya tutulması
ben ölmedim hiç
ama zor şu devirde doğmadan,
sen olmadan soluk alması

Kırmızı iyidir

kurdele sarılıdır her kadının eline
incitmesin diye ipektendir pak teni
incitilmekten gocunmaz kadın eli,
incitirim diye hayıflanır boşuna
kırmızıdır kurdele, belkisi yok
kırmızı sesidir, gecelerin
kadının karanlığında kırmızı
kadın gelir akla kırmızı dendi mi
kırmızılar, siyahlar, papatyalar
kadını kadın edendir evvela,
kadının kadın teni, beyazı loş
beyaz ten üstüne kırmızı dudak
beyazın kırmızı özü kadında hoş
kırmızıdır öteden beriye kadın
kırmızı iyidir, belkisi boş
beyazdan pembeye, sevgiye yakın
bembeyaz bedene sızar gibi
bedenle bütünleşir kırmızı,
kırmızı güzeldir, hoştur
kadındır kırmızıyı özel kılan
önce bilek sonra beden
tutunmak lazım kırmızılığa
kırmızılar arıtacak kinimizi
kırmızı kadındır, belkisi yok
kırmızılar gürültünün türkü sesi
öfkesi banadır, suali çok
kadın kırmızıdır her vakit.
kırmızı eşsizdir, niyesi yok
morlar, menekşeler, pembeler,
yeşiller, elalar, ayşeler
kırmızıda bütünleşir her biri
kaygıdan yoksun, neşeler.

Sigaram

aradım mı bulamıyorum çakmağı
heh buradaymış,
bu sigara mı benim, yoksa ben mi sigaranınım?
sigara içerken korkarım kendimden
kendimi kaybetmekten
ne zaman sigara içsem yalnız kalırım
annemin öldüğünde de içmiştim,
yalnız bırakmıştı dünya beni,
ne zaman yalnız kalsam sigara içerim
hem babam da yok benim.

bu benim üçüncü sigaram,
ömrümde üç kez içtim bu mereti
hikayesi komiktir gülmeyin,
ağlamadan anlatayım.
siz yine de gülmeyin
anlatayım ertelemeden
işte bir sevgilim vardı geçende,
sonra gitti.
yalnız kaldım böyle
heh sigaram bitti
kendimi kaybetmeden

Lazım

her şey gitsin
herkes ölsün
her ne varsa etrafımda,
son bulsun bu yalan.
kalmasın kül üstünde ateş, sönsün

yok yok herkes dursun yerli yerinde
her şey sahibine sadık büyüsün
ben hiçbir şey istemem.
her şey herkesin olsun.
ben varlıklıyken azım
alın elimdeki kalemi
bana benim olan, bir ben lazım

Kalbim

aşk bu, imkansız
aşk
belki yanılan benim
bu aşk imkansız, imkansız
zaten her imkansız; benim
unuttum mu diye yokluyorum,
kendim olamıyorum.
kendime söz geçiremiyorum

sessizim
şimdi sensizim burda,
bir parça Cansever’im,
bir parça Süreya
büsbütün çaresizim
büsbütün, haşa
bütüne ulaşmak düşmez bana
tarifsiz dileklerim var benim,
tarifsiz deliliklerim,
belki de bu delilik yalnızlığımdan
tarifsiz sensizliklerim,
hayaline söyle gitsin odamdan
kalbim var benim

Bilirsin sen

sevemedin gitti beni
çok koştum peşinde
aslında haklısın
sevemedim kendimi bende

bilirim akıllısın
bilirsin eğriyi doğruyu
ben olsam bende bakmam yüzüme
sana değil sitemim, yaradana,
sualim; bu kadar akıl niye !
bu kadar güzel bir kuluna bu kadar akıl
bak bana, kendim bana dargın
bilirsin sen.

Oldum

bir arkadaşın geldi, beni görmek istiyormuşsun
şükrettim Allah’a, ya görünmez olsaydım
sen ki ilahı kıskandıran.. konuştun benle
“sen” dedin bana,
“sen” oluverdim
bir kaç satır bir şey söyledin.
daldım gittim uzaklara,
sözlerinin hükmü yok, gözlerinin gölgesinde
biraz daha konuştun,
“ölürsün” dedin
sustun,
özür diledim.
sustun,
ölürüm sandım
gittin.
yanlış yapmıştık
yanlış konuşmuştuk
“öl” deseydin, ölüverirdim.

Bir adam

bir adam vardı ilerde kaybolmuş gibi
iki adım ileri gitti, duraksadı
sanki bir şey arıyordu ama, bu dünyadan değil
aradığı gökyüzünde gibiydi
bazen oynuyordu dudakları
kısık bir şiir okur gibi, iki adım daha attı
bu adam bir şey arıyordu
ya da böyle düşünmemizi istiyordu
ne arıyorsa bulamayacağı ortada
böyle bitkin bir arayış sonsuza dek sürer
bu adam manevi bir şey peşindeydi
bir kaç adım daha gitti
yaptıkları çocukcaydı
hani insanlar 30 yaşlarında doğmaya başladı deseler,
örnek verilirdi bu adam.
dünyayı daha yeni tanıyormuş gibi.
bir nefes alıyor ki, başı ağrımış stresten,
derin derin sigara dumanına boğulur gibi
boş havayı çekiyordu
birşey anlatmaya çalışırcasına,
gökyüzünü izliyordu
döndü bana doğru baktı,
kısık bir mısra seslendirdi belki;
“dudaklarım kıpırdamıyor”
aynaya bakmışım gibi hissettirdi.
bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bariz.
bu adam bendim.

Onlar

akşam olmuş, gürültülü sabahtan
sabahtan gürültü devralmış akşam
yenilmeye gücüm yok, hani fahişeler
ne çiçekler kokladım, ne güller soludum
sordum, eşe dosta lakin yoktular
sayfalarca kahpeler, fahişeler öptüm,
aradığım sendin, yoktular

ne özgürlükler sezdi gözüm, ne tutsaklıklara yenildim
kin tutmaya ırak özüm, seni aramaya geldim.

sen diye kaç güzele vuruldum, kaç güzel sevdim.
aradığım sendin, yoktular.

unutuyorum

sensiz kalıyorum
zaten sensizim hep
bazen seni hak etmediğimi düşünerek,
unutmaya çalışıyorum.
bazen de sırf bunun için seni hak ettiğimi düşünüyorum.
sessiz kalıyorum,
sensiz, sessizim hep

unuttukça düşünemiyor,
düşündükçe unutamıyor, utanamıyorum.

seni unutmak için; yaşamaktan vazgeçmeliyim
ya da aklımdan.

unuttuğum onca şey arasında,
“seni hatırlamam gerektiği”ni bulamıyorum
unutmam gerektiğini unutuyorum.

ela

merakla bakıyorsun.
belki..
hani görsem doya doya.
uğruna ölmek deseler, düşünmem hiç.
hak etmediğimi bile bile izlerim seni.
hani bir rüzgar almış beni,
sensizliğe itiyor yamaç yamaç.
sen sessizce bakıyorsun.
inan hak etmiyorum ellerini
hani kalbimin duruşunu beynim farkediyor,
öyle bakıyorsun ki;
hâla gözlerinin rengini bilmiyorum
belki ela, belki kahverengi
ses tonunu bilmiyorken
ne önemi var rengin
bir kez adımı telaffuz etsen,
özlem demiştik ya, bu nasıl özlem?
hani pazarda annemi kaybetmişim, her yer çok kalabalık.
öyle özlemişim.

gözlerinin rengi kesin ela.
ağızından çıkan her söze itibar ederim
hani “öl” desen mesela,
ölmesem gücenirim kendime
affetmiş gibi yaparım,
ölmesem öldürürüm kendimi

ben kelimeler yazarım,
sen duymazsın.
hani birinden kaçarsın bağırırsın duymazlar rüyada
öyle muzdarip kelimelerim
hani “öl” demişsinde, intihar etmişim sanki.
ölsem seversin gibi.

Pencere

hava çok sıcak,
herkes sıcaktan şikayetçi
ben üşüyorum,
ne zaman yalnız kalsam üşürüm,
oysa herkes başımda bekçi
sensizken üşüyorum

bu pencere çok eski,
bu pencereden bakmışımdır hep dışarı
güneş toprağı kavuruyor
bir damla suya muhtaç toprak
belki de aradığı su değil.
sensizlikten kıvranıyor

bilirim, zordur kıvranarak beklemek.
gelmeyeceğini bile bile beklemek
ben bu pencereden bakarken ölüyorum,
bu pencere düşman oluyor bana
eskimiş ahşap kasası, kirli camı
bu pencere terkedilmişliği gösteriyor
buranın makinisti pencere,
ne isterse onu izliyor,
seni istemiyor, akıllı
biliyor, camları iner aşağı
camları terkederse yalnız kalır ahşap kasası.

bu pencere bana terkedilmişliği hatırlatıyor
hiç arkadaşı yok
beklediği sen misin yoksa?
senin için mi harcadı onca yılı?
yine mübalağa ediyorum
ahşap kasa ne bilir aşkı?

Yalnızlığım

yalnızlık adı kadar sıkıcı değil
bir müddet sonra kalabalığa küstürüyor
yalnızken de kalabalıkmışsın gibi düşündürüyor
her yerde bir arkadaşın var,
herkes senin iyiliğini istiyor
her şey kafanda ama her şey eksikmiş gibi
sana her şeyi veriyor
ve her şeyin ne olduğunu soruyor
yalnızlığım oyun oynuyor benle,
onunlayım şu an bile
onsuzluğa küsmüşüm
daha ne kadar yalnız olabilirim ki?
sanki bir çamura düşmüşüm,
gürültümle alay ediyorum
sessiz olun uyudu.
ben yerine yatırayım şunu.

“kalk hadi yalnızlığım”
“kalk, yerine yat”

Benim; yok

herkesin babası işten dönüyor,
benim yok.
benim yalnızlıklarım var.
sanırsın azılı katil,
selam vereni yok.

yine kibirli gökyüzü,
binanın bu yamacında şehir ölüyor.
sensizliğin yok yüzü,
her canlı eve dönüyor,
sessizce izliyorum,
bu manzarada her şeyin boynu bükük,
sanırsın her şey zanlı.
her şeyin bir evi var, kalmamış zavallı.
ya da her şey çileli,
her şey yalnız benim gibi.
bu manzarada efkâr kibarca.

kim bilir kimi bekliyorum.
akşam oldumu sevemiyorum şehri
kim bilir kime küsüyor,
hangi vefasıza bu kahır?
şehirler de terkedilirmiş demek
çok da terkedilmemiş ama,
ben terkedilsem kapatırım gökyüzümü üstüme,
sırtımı döner uyurum.
benim gökyüzüm yok.

İlk kez

kalbimin bu rengi,
beni hasrete düşürüyor.
kaç kez gördüm ki seni?
kalbim ellerini tanıyor.

sensizlik değil, bensizlik bu
bu aşk ise gerçekten,
aşk ne tuhaf bir renkmiş.
sazlara konulmamış bir tel,
hiç bana sunulmamış bu ten.
aşk ne buruk bir havaymış
gökyüzü yere küsmüş,
ben ilk defa sevmişim,
kalbim ilk kez acıyor.

hak etmiyorum

lüks ne kadar lüsk bir kelime
bir zengine olmadığı kadar, pahalı fakire.
avare sayılmam ama kazancım kendime.
seni hak etmiyorum lükssün.
lüks ne kadar sıcak bir kelime, -adının geçtiği cümlelerde-
ama hak etmiyorum
düşsün, hayallerimde
gülüşün yok mu, o gözlerin
saçların, hoş sesin,
hak etmiyorum. burdan öteye,
lüks hayalin.

Bilmem

“sevme onu”
“sevme. bırak yalnız kalsın” dediler
yalnız bir melek gördün mü sen ? dedim
“sensiz bırak” dediler, “sensiz kalsın.”
düşman mı bunlar bana?
ölüyorum sana
“niye seviyorsun lan o kızı” dediler.

-düşündüm..
-niye seviyorum kız seni?

Aşifte

yön yön uyanmışım sabaha,
dön dön uyuyamadığım geceden
yine bir çehre var hatrımda,
kadehi aşka benzeten

böyle yüzler görürsem düşümde
yarınım tez olur sabah sabah
düşündükçe unutacağımı bilsemde,
nazlanıp duruyor alüfte

kurak bu sabah,
ıslık gibi; gün ışığı,
sıza sıza yıkıyor bedenimi
okşuyor kalbi kırığı

aşifte nazlanmasını pek bilir.
bir naz ettimi var ki ikna edesin
düş değil özlediğim,
aşifte.
sarı eyletmiş saçını sonradan.
ne iyiydi pak ten üstüne kap kara saçı,
kaşlarını unutmuş mihriban.

işvesine mübarek, sanırsın yaratmış pazarı
pazardan geliyor, gürültülü pazardan
unutturdu esnafa evi, eyledi perişan
alsa ödemese; tezgahı teslim ederim,
gelmez bir daha böylesi.
Allah saklasın nazardan,
gelse de beni beğenmez cilvekâr
pak ten üstüne kapkara saçı,
varsın öldürsün sevişince.
zaten yaşatmıyor böyle,
aşifte.

Kalabalık

çok lüks bir hayat sürüyorum.
ayyaşım bir çok kez,
sessizim kimseyi üzmem.
üzecek biri mi var sanki?
yalnızlıkla dans eder ruhum.
buralar çok kalabalık, her yer düşünce
düşündükçe kalabalıklaşır dururum.
sıkıntısızım kimseyi süzmem,
süzecek kimim var ki?
divane derler belki de salak.
sessizce çalışarak kurtaramazsın dünyayı.
kadınlar asalak olmamı ister
asalak olamam o fazla lüks,
bir kadın var hafızamda,
ama olmaya da bilir, bu düş.

en son gördüğüm sıfatı hatırlamıyorum
o kadar çok olmuş ki kalabalığım,
düşündükçe kayboluyorum.
kim bilir hangi ben, benim.
deli derler belki de ahmak.
bir kedim bile yok demek istemiyorum ama,
edebiyat yapamıyor yeniden zihnim.
yalnızlığı lüks sayan biriyim.
şu elimdeki kalemin acı mürekkebinden başka,
adımı zikreden yok.
hep düşüncelerim sarmış odaları
burası çok kalabalık, çok yalnızım.
unutmuşum yazı, baharı
kendi kalabalığında bedbahtım.
ayyaşım bir çok kez, üzemedim rakı satanı.
bardak boşaldıkça kalabalıklaşır, buralar;
yetim düşüncelerimin oyun alanı.

Hani sen

hani sen,
benden bir adım evvel yürüyecektin sessizce
omuzlarını ovacaktın çocuk misali,
ben sana ceketimi verecektim, “üşüme”
kısık bir teşekkürü esirgemeyecektin elbet.
ben bir daha aşık olacaktım sana,
yetmiyormuş gibi susadığım.

çölde bulduğum su misali saracaktım,
seni özlemeyi anlatacaktım.
anlamayacaktın ama kafanı sallayacaktın,
belki biraz şımaracaktın,
ben öpmek isteyecektim.
izin vermeyecektin evvela,
sonra peki diyecektin, “usulca”

sarmaş dolaş yürüyecektik.
sarhoş misali, pek gürültülü
hiçbir şeyden korkmayacaktık.
söz vermiştik, yarım kalmayacaktık,
“biz” ayrılmayacaktık hiç bir zaman.

öpücüğümle utanacaktık, kızaracaktı yüzün.
benden uzak üşümeyecektin,
affı olmuyor sensiz hüznün,

hani ölmeyecektin?

Rüzgarın sesi

yürüyorsun,
benden habersiz.
kim bilir neden yürüyorsun?
topuklarının çığlığı huzur dağıtıyor,
topuklarından başka duyduğum tek ses rüzgar,
saçlarınla dans ediyor
kıskanmamak elde değil
bir de yüzünü kapatmıyor mu saçların
delirmek işten bile değil.
benden bihaber gidiyorsun.
kalçalarına bakmadığım ender kadınlardansın,
sıra gelmiyor yüzünden.
ve rüzgarının sesi
seni ilah sanıyor galiba
sere serpe sarıyor bedenini
beni farketmeden yürüyorsun
beynimi tırmalıyor seni soluksuzca öpme ihtimalim
rüzgarın kokunu savuruyor sokaklara
her şeye bir öpücük borçlusun.
önce ben gördüm Seni,
önce ben çocuk oldum,
önce beni mahvetti gözlerin,
şu rüzgardan öte bir yerde,
önce ben öpmeliyim seni.
sevmeliyim doya doya.

sokağın sonuna az kaldı
her şey hayran sana,
sen yürüyorsun
neden sokak bu kadar kısa ?
neden seni saklamaya hevesli duvarlar ?
neden bu şehir düşman bana ?
neden rüzgar sarıyor bedenini ?
neden uykuya tövbeli gözlerimin tek özlemisin?

sokaktan ayrılıyorsun acımasızca,
bir rüyadan daha uyanıyorum gündüz vakti.
geriye kalan bir tek rüzgarının sesi

Adın

uzak kadar yakın bedenin.
dokunsam uzak,
kaçsam yakın.
unutmak her şeyden lüks,
unutmak için yaptıklarım, karşılıksız bir ibadet gibi;
bedenimde, zihnimde yorgun.
kahrolmaya yakınlığım; sana olan uzaklığımla paralel.
bitmeye yüz tutmuş kelimeler.
Seni, özlemek bile güzel.
sesin, uzanamadığım bir el gibi,
ulaşamamak hepten vurgun.
ve ben hâla amacımı bilmiyorum,
seni sevmem mi üzen, özlemem mi yakından ?
mesafeleri bilmiyor zihnim;
belki bir adım uzak,
belki bir saat yakın.
doğruyla yanlışı ayırt edemiyorum artık.
aklımın tek bildiği, senin adın.

Çehre

renklerine hayran yüreğim,
bırak boğulsun, kulaç kulaç,
bir yudum nefes ver susamışım,
ben ayrı düştüm, sesim ayrı.
iltifat bilmem, cahilim.
soluğum yetmez gayrı,
ben sana eş olayım.
gam yakışmaz çehrene, buse kondurayım,
bir gülüşün hatrına,
varsın helak olayım.

Başka şehir

başka bir şehre bakmak gibi,
seni görmek
uğruna yapabileceğim o kadar çok şey varki
vakit kaybından ötesi değil yaşamak.

görmeye devam edeceksem eğer, ay beyazı tenini.
ölmeye bile değer, gözlerini seyretmek.

hani öyle susamışım ki
ölürcesine
suya kavuşmak gibi tenine dokunmak
uğruna can verebileceğim bir şehir; bedenin.
hatrına sorgusuz sualsiz ölebilirim.

dostu düşmanı unutturan gözlerini izlemek,
bambaşka bir şehirde kaybolmak gibi.
böyle uçsuz bucaksız kaybolmak, ama evi özlememek.
sana bakmak
dünyanın en meşgul adamı yapıyor beni.
yetiştirmem gereken o kadar iş varken, kaybolmak.
çok uzak bir yerden memleketi gözlemek gibi,
ama özlememek.
sözlerine susamış bu şehir,
tek gayesi beni gizlemek.
ve tek vatandaşı benim bu şehrin tek hizmetkârı, tek çalışanı..
sonsuza dek yaşayabilirim.

bu şehirde ölmemeye yemin etmiş bedenimin,
tek sahibi bedenin.

Uyanmışım

güzellik sorulsa adın var aklımda.
aşk deseler, seni ararım.
neşemde sen kahrımda.
niye bu kadar sersemim ?
sen diye, kavgaları sararım.
belki pataklanırım biraz.
senin içinse; mühim değil.
kolum kırılmış,
belki de abartıyorum.
kanayan yaralar aşkı anımsatıyor.
ve zihnimi yoran küçük ellerinle.
pamuk musun sen, ipek mi?
sanki kabahat işlemişim, dövmüşler
ne var ulan sevmekte..
hem bu tek taraflı dedikleri;
ne aşk, ne keder.
ufak bir gülümsemeye,
sanırsın dünyayı kurtardım.
bu tek taraflı dedikleri;
O, uykuya doyamıyorken,
ben O’na uyanmışım gibi.
sar şu kırığı da gideyim.
senin için pataklanmak üzmez beni.
ne geçti geçmişle aradan ?
seni senle özlemek, yetmezmiş gibi.
üzülme!. seni üzmesin yaradan.
yine dünyayı kurtarır bu sersem.
ama bu tek taraflı dedikleri;
ne ölmeye yaraşır, ne de öldürmeye.
bunu uygun gördün madem,
ben ufak ufak gideyim
önce pamuk ellerinden bi öpücük alayım,
yanlış anlama yine özlerim seni.
o kadar kavga ettik, değmeli.

hatırlatıyor

yalnızca akşamlar hatırlatıyor,
o sessiz geceleri.
geceye erken başlamak aşk..
önce biraz satırlatıyor,
sensizliğe düşmüş pembeleri.
biliyorum incitmeyecekler,
biraz kahırlatıyor.

ve ölmek gibi güçlü yağmur taneleri.
sensizce ölmek..
ölmeyi hatırlatıyor akşamlar
boğulmayıp solur gibi, iyi hatırlatıyor.
eşsizliğin olur gibi.
bedenine düşen yağmur taneleri;
beni hepten kıskandırarak,
sanki bedenine süzülüyor.
ve yine sessizce bakıyorum sana.
senin bana bakmak istediğin gibi.

hak etmiyorum, asaletinde ezilmiş; bedenini.
sadece hatırlatıyor, akşamlar.
seni senle yaşamış,
beni senle öldürecek.

ve yine üzerini örtmemiş pembelerin,
seni bana sunar gibi.

Kıskanamam

gözlerindeki affedici endam
ne vakit yalnız kalsam, kurtarır beni.
yüzünde gün doğuyor sanki.
anlamsız bir özleme düşürüyor
yirmidört saatim ol istiyorum.
özleyeceksemde yanında özleyeyim.
hem ellerin..
ellerimde olmadıktan sonra;
özlememek hayli güç.

bedenini kapatandan kıskanırım seni.
sesine karışan seslere, kinim!
yalnız ben kavrayayım ellerini.
tutmasın öteki elin!

ve asla sensizliği tatma,
dayanamaz yufka yüreğin.
bırakır gidersin olur ya..
müdahale edemem cennete, bilesin.
kıskanamam ellerindeki nefesini..
hem kızamaz o hoş sesin.

ve ben yine sigaramı ters yaktım,
aklımı oyalarken gözlerin.

Kayboluyorum

sessiz bir sokaktayım
binalar birbirine küsmüş
görmüyor kimseyi.
herkes işini yapıyor.
bir eskici geçiyor bağıra çağıra
pür dikkat kesilmesine tek sebep;
kuaför camındaki güzel kadın resimleri.
bağıra çağıra, yaşıyor..

kimsesiz bir haldeyim
neden buradayım hiç bilmem
yürüyorum ama,
amaçsız..
hiç aşık olmak istemiyorum
ıssızlığı ilke edinmiş yağmurlara.
gözlerim takılıyor,
eşsiz bir güzellik..
her şeyden yalın akşamlarda..
çok az insan para kazanıyor,
yalnızlığa olan sitemimden.
sen yok mu sen..
ne vakit sevsem yalnız bırakıyor.

aşık olmak istemiyorum bu akşam.
kaybolmaya bu kadar müsaitken
tanıdık bir tabela görmek istemiyorum,
aşina olmadığım sokaklarda..
hayranlığım;
yürüdükçe yürüyor benimle.
kaybolmayı bu kadar isterken..

sensizlikle dolaşmak,
sensizlikle dalaşmak kadar anlamsız değil.

hiçbir şeye aşık olmak istemiyorum bu akşam.
bulutlarda silüetin..
yürüyorum sokak sokak.
hayranlığım katlanarak büyüyor.
ne yana baksam silüetin..
kaybolmaya bu kadar müsaitken,
küfredemediğim tek şey sensin.

sessizlikle dolaşmak.
sessizlikle dalaşmak kadar anlamsız değil.

izin verirsen eğer..
kaybolmak istiyorum bu akşam,
sensizlikle dolaşmak değil.

İhtiyar

ihtiyar bir çabam var yine.
öyle bir düzenin içindeyim ki,
beni çağırıyor kendine.
ama yorgun..
üzgün, mahcup.
o kadar çok cana kıymış ki;
elleri her vakit kanlı..
azılı bir avcı adeta.
ölmeyecek gibi güçlü,
öldürmeyecek gibi zarif.
bu ihtiyarlık alıkoyuyor beni.
yoksa rakip bile sayılamaz düşman.
iyi tanır eski dostlar.
lakin öyle biri yaptı ki beni zaman;
ölemeyecek kadar genç,
yaşayamayacak kadar ihtiyar.

Mısralarım

küfre boğulamıyor mısralarım
gece çökünce şehre..
seni unuttum sanıyorsun..
ne o kadar hür, aciz zihnim.
ne de sana muhtaç..
yenik, şehre.

merve

beni paylaşmasını bilmeyen efkarlarım var
karları merhamete giden yolları kapar
sustuğum halde anlattıklarım,
damarlarım,
sevgi taşımayı,
ablam ölünceye kadar
sürdürdü

soğuyorum

soğuyorum sanki.
elimde bir kadeh şarap,
sessizliğe giden bir seyahatteyim adeta.
kımıldamıyorum ama.
hem burası misafir odası,
gayet rahatsız koltuklar eşlik ediyor geceme
elimdeki kadehi bırakamıyorum bir türlü.
ısıtıyor sanki bedenimi.
ama yeterli olmuyor.
ellerim o kadar soğuk ki kadehi hissetmiyorum.

gözüm yarı açık duran kapıda.
sanki biri girecek içeriye ve kurtaracak beni.
hem burası çok soğuk.
üzerimde bornozumsu bir şey var.
duştan çıkmışım sanki
daha kalın bir şey giymeliyim.
ama kımıldayamıyorum ki.
ayaklarım da kaptırmış sesizliğe kendini.
hareket ettiremiyorum bedenimi.
var gücümle sehpayı çektim kendime,

hayret, acımıyor parmaklarım!
soğuğa teslim olmuş belli ki.

ne kadar içtiğimi bilmiyorum
boş birkaç şişe var yanımda.
ama açılmamış şişe sayısı daha fazla
birini mi bekliyordum ki?
aklımda da soğuk bir melodi,
şuh bir kadın görüyorum sanki;
göz kapaklarımın iç yüzünde.
dans ediyor tüm endamıyla.
ismi ne bu kadının?
ismine vermediğim önemi bacaklarına vermişim anlaşılan.
zira hatırlayamıyorum ismini.
n harfiyle başlıyor kesin!
n harfiyle başlayan kadın isimleri hep etkilemiştir beni.
sahi neydi bu kadının ismi?

durmadan soğuyor bedenim
sanırım kalp atışlarım da yavaşladı.
birileri bir şey fısıldıyor ama,
bu dünyadan mı ötekinden mi sezemiyorum.
çok içmişim anlaşılan.

ne zaman geldim ki buraya?

(...)

sehpadan düşen vazodaki çiçekler...
papatyalar ilk aşkımı hatırlatır bana.
çok severdi.
bu kadar iri papatyaları kim toplamış acaba?
gerçekten sevdiğim birini bekliyormuşum anlaşılan.
çiçeğe para harcamayı sevmezdim.

bir çiçek hatırlıyorum yine,
dans ediyor göz kapaklarım içerisinde.
neden bu kadar beyaz giyinmiş hayret!
biliyor sanki kadınlara beyaz yakıştırdığımı.
ne vardı ulan bu kadar içecek!
kalkıp gidemiyorum yerimden,
içki değil de soğuk beni bu hale getiren.
peki hatrımdaki şuh kadının adı ne?
nasıl ulaşacağım ben bu kadına!
hem ölüyorum sanki.

(...)

kadehim yere düşmüş.
ya da ben bırakmışım.
ben bırakmışım kesin,
yerler fayans, düşürseydim kırılırdı.
sanırım ellerim de oynamıyor artık.
soğuk kadar acımasız bir silah yokmuş,
beynim durmadı ama kalp atışlarım seyrek
galiba ölüyorum bu defa.
ne vardı lan bu kadar içecek!
soğuk mu beni bu hale getiren?
yok yok birini bekliyordum kesin!
peki adı ne bu emsalsizin?