Akşamüstü balkonu

Ömerle top oynuyorduk,
Mehmet de vardı,
Birkaç kişi ilerde Ayla bana bakıyordu
Top oynuyorduk,
Gülüyorduk.
Birden akşam oldu,
Anneler "mehmeet, yemek hazır"
demeye başladı.
Mehmet gitti,
Anneler "Ömeer, yemek hazır" dedi
Ömer gitti.
Anneler "kızım geç oldu" dedi.
Ayla gitti.

Sonra ben de gittim.
Bir balkon vardı bizim işte,
Birkaç sandalye kadar,
Oturdum sandalyeme sokağı izledim.
Mehmet hâlâ gelmiyordu.
Ömer de,
Ayla da.

Evler gibiydim,
insanlara sunulmuş kapılarım vardı,
pencerelerim.
Arkasında ne olup bittiği bilinmeyenlerim,

Bazen de,
Devler gibiydim,
insanlarla eşitti eğerlerim,
değerlerim.
Neredeyse birçoğundan hızlı atan,
kalplerim.

Akşam olur, ömer gider.
Sokakta kimse bağırmaz,
Üzülme ama,
konuşmazlar bile.
Balkonlar.

sondan bir önceki

öyle hayatlar hak ettiriyoruz ki kendimize,
hayallerle dolu,
dolu.
dop dolu
hep kıskanıyoruz bir başkasını. ne güzel yaşıyor diye.
-günaydın bitanem
-günaydın tatlım
günaydın insanlık!
yarın aynı güneşe bakmayacağız,
hep beraber!
kimimizin çocuğu doğacak,
kimimiz öleceğiz.
bu yüzden boşvereceğiz güneşi.
kimimize zaten gün olmayacak aydınlık.
geçende bir adam vardı işte ne yaptığını bilmeyen,
boş bulunmuş olacak ki sual etti;
“karanlıkta kendimi yalnız hissediyorum hep,
neden ileri gelir ki bu?”
hiç düşünmedim saniyelerce
karanlıktaysan, önünü göremiyorsundur,
e önünü göremiyorsan yalnızsındır zaten.
işe gittiğinde, “günaydın!” diyecek bir iş arkadaşın yoktur evvela.
sonra, “mümkünse bir ara odama uğrar mısınız?” diyecek o güzel kadın.
sayın müdürün. yoktur yani.
hatta belki işin de yoktur, cv’nde “yalnız” yazıyor diye.
dolayısıyla akşam eve geldiğinde,
“tatlım yorgun değilsen masayı hazırlamama yardım eder misin?” diyecek güler yüzlü,
ince belli bir eşin de yoktur. uğruna değil ışık bulmak, ölebileceğin.
“çocuk mu yapsak artık” diye düşünmezsin.
dünyanın çocuk getirebilecek kadar iyi bir yer olup olmadığını tartışmazsın
o güzel kadınla çırılçıplak uzanıp, kutuplardaki canlıların yalnızlığını umursamazca.

duyduğun en samimi söz “tuzu uzatsana”, en tutarlı göz temasının kahramanıdır.
ölümseyerek yaşarsın da “mutsuz mu acaba?” bile demezler hakkında.
çünkü çocukları bisikletten düşmüştür, dizi acıyordur.
sen hep ayaktasındır.
zaten ineceksindir bir sonraki durakta.

Pencereme küstüm

dağ mavisi çeşmelerin,
ağlak, nezle küfürlerine
haddine ve hadsizliğine
kendi saklı davasına
bir kadın çağırıyordu
gözleri kaktüs gibiydi kuruydu
eşref amca saatine baktı,
öylesine,
saatle işi yoktu.
hem gözleri kuruydu.
öğretmencilik oynayan çocuklar
eğitime bedelsiz katkı sağlardı,
şu tezgahı görseler.
pencereden bakıyordum yalnız yalnız
kadın bağırıyordu kocasına,
gözleri ıslaktı
kadınında, kocasınında,
çocuk ağlıyordu
hem anasına, hem babasına
gözleri ıslaktı

Yaşam döşeği

öfkeler yağıyor gökyüzüne
susamcı simitçiyle kavgalı
martının biri rahat,
bakıyor keyfine
balıklar kız alıp vermeye başlamış
farelere

utanç kahkahaları sergisinde,
herkesin boğazına düğümlenmiş-
yalnızlık hiç yalnız değil
mesela bir kertenkele-
hem de kuyruklu
daha ne kadar kızdırabilir ki-
umutsuzluğu?

bir adam uzanmış sokağın ortasına
yerde hayat bulur gibi.
galiba ölmüş
dirinin başına toplanmaz bunca kişi
ama kol saati?
nasıl çalışıyor

Düğün

ben burada gün gün sana ölürken,
sen kim bilir orada kimleri yaşatıyorsun
bayram düğün.