et

şimdi,
şu sokakların,
sana götürmemesine rağmen,
gerekli olduğunu,
olması gerektiğini,
kanıtla
beni ikna et,
sonra,
tarif et.
nereden unutabilirim seni?

Kızış

iğrenç yalnızlığımı
gelsin de örtsün kış,
şimdi.
"karda yağmurda, konuşsan da duyulmaz"
yalnız değil, acelesi var.
zannetsin elalem.

"hiç ahbabı yok" değil
"üşür insan gözü bir şey görmez" desinler.

hiçkimsemin olmadığını anlamasınlar,
paltomdan başka sarılacak.

Allah'ım ne zaman sigara içtim?
ağzım,
yalnızlar kıraathanesinin
avlu kül tablası gibi.

tükürüp küfrettireceğim ardımdan,
yalnızlar kıraathanesinin
çırağına.

Allah'ım
ne zaman sigarama karışacak,
kendimden başkası?

ne zaman hesap vereceğim
kendimden başkasına?

ne zaman bana uyup,
fazladan iki sokak katedeceğiz?
kendimden başkasıyla.

kalkıyorum işte
kalkıp yatıyorum yerime
kendimle.

Yanıcı maddeyle yaklaşma

insan,
kendine en iyi eşi yine kendisi sanar,
arar arar arar.
kendisi olmayana karar kılar,
sarar, sarar, sarar.
kendisi sandığı başkasının saçlarını tarar.

beşer şaşar.

ayrılmaya başlayınca yollar,
yanar, yanar, yakar.

ölmek vaktidir artık, azar azar.

insan,
her şeyde kendini,
her şerde başkasını arar.

her kabahatı -farketmeden-
başkası sandığı kendine yapar.

kendi bile oynamaz da,
yine de ısrarla çalar.

sesini duyurabilmek için,
çok gereksiz ses duyar.

insan,
beşer,
şaşar,

kimilerine çığlık çığlık güler de,
gider en sevgiliye ağlar.

öldürdüğü güzelleri,
marifet gibi anar.

yanıtsız soru

Hani demişler ya zamanında
“Kavuşursan meşk, kavuşamazsan aşk olur” diye,
hakkaten öyle. Ve buna göre hemen herkes aşk yaşıyor.
Yaşıyor yaşamasına da yaşatmıyor bu meret.

örneğin acı tatlı her şey kavuşamadığın kızı hatırlatır,
hükmen yarım akıllısındır artık.
Sanki bir ayağın hep onun bulunduğu kenti işaret eder.
Sebepsiz yere gitmek istersin,
sana kollarını açıp “gel” diyen biri olmadığını bile bile
koşa koşa gitmek istersin.
Küçücük dünyan daha da küçülür.
Uyandığında “o” vardır mesela aklında.
Hâla uyuduğunu sanır,
ayakta rüyalarınla konuşursun, duyan olmaz senden başka.
Aslında ölmüşsündür de adını hastalık koyarsın.
Ne vakit düşünmeye koyulsan bedeninin sol yanı sızlar,
sıkışır, yanar.

Kötüsü,
sen bu haldeyken onun olağan ve “mutlu” bir hayat sürmesini ister,
umud edersin.

Daha kötüsü,
yalnızlığa alışmaya başlarsın.
Zaten doğdun doğalı yalnızsındır artık.
Hiç kimsen yoktur etrafta,
herkes "o"ndan bir parça taşır.
“Unuttum” derken sesin çatallanır “yalan söyleme” der sol yanın.

En kötüsü,
bir başkasıyla olağan ve “mutlu” bir hayat sürmesi değil de
senin "o"nu hak ettiğini düşünmen yakar sol yanını.

Sol yanını ayırıp def etmek istersin dünyandan
Onu da beceremezsin
Aklın kangrendir bir parça,
kim “aşk” dese var gücünle yardım edersin
“Aşk adamı” derler ardından
artık sol yanından ibarettir bedenin.
ruhun elim bir derde düşmüştür
perhizi aşk bu derdin.

Ne vakit biri kalksa masadan
tutunacak yer ararsın.
Hastasın!
O artık başkasıyladır.
Onu hatırlatır diye başkalarını da sevmezsin.
Cevap veremediğin sorular vardır.
“Kalp hastalığınız var mı bayım?” diyen herkes kulağınızın ağır işittiğini sanır.
Oysa yanıtsızdır bu soru,
“aşk” herkese söylenmez.

Ey sevgili, ey baht baharım

Mutfakta bir şeylerle meşgul ol,
Menemen felan yap ne bileyim.
O savunmasız bedenine
Arkadan usulca sarılıp,
Boynunla flört edeyim.

Omuzun ve uzuvların
Her zamanki davetkarlığıyla
Bana,
Bahtımın baharını sunarken,
Dudakların dudaklarımı,
Memelerine sevk etsin.

Öylece bitsin bu hasret.

Öylece son bulsun sözlerim,
şiirlerim,
öfkelerim,
öncelerim.

Ne memnu, ne meşru

bazen öyle huzursuzum ki,
sanki azrail
kendime en uzak olduğum bir yerde
yapacak yığınla işim varken
ite kaka canımı alıyor.

bazen de öyle huzurluyum ki,
sanki aşık olduğum kadın
kendime en yakın olduğum bir yerde
gözümün içine baka baka
çocuğumu emziriyor.

Dağbaşı lambası

o kadar gereksizim ki,
kurtlar kuşlar bile benden uzakta barınmayı,
üremeyi seçiyor
onları açık ederim diye.

sabaha kadar ışık saçsamda
kimse bana bakıp "belediyemiz çalışıyor" demiyor.

o kadar değersizim ki,
aydınlattığımı sanarken karartıyorum
biçare hayvanları.

inanın ölsem kimse haberdar olmaz,
kurtlar kuşlar şikayet etmezse,
belediyeye.

insanlar zaten tanımaz beni.
geçen bir amca geçiyordu yamacımdan,
-ben uyuyordum henüz mesaim başlamamıştı-
bana yaslanıp dinlendi biraz.
bir de bir torba astı kollarıma.
bırakıp gitti.
inşallah unutmamıştır.
kurtun biri sormadan aldı kollarımdan,

bir daha görmedim o amcayı.
belki de sadece ona faydam dokunmuştu
bir kaç dakikalığına.
ona da içinde ne olduğunu bilmediğim
bir torba borçladım.
emanete sahip çıkamadım.

şikayet etse de
tayin etseler beni,
kurtulsam şu dağbaşından.

Bektutiye

rahatsız olursan söyle,
söndürürüm şu şanlı, gazi, kahraman Maraş'ı
söndürür saklarım sonrasıya.

özledimmi yari, canı
yakmayı veririm,
senin kollarında

bir ben olamadım gitti sana

tesadüfler ölüdür alınma ama,
tesadüfen geçiyorum sokaklarından,
ince belli bir kız selamlıyor acelemi,
duraksıyorum ardından.

bakkal kazım abi sanıyor,
kadın düşkünüyüm,
ihtimal vermiyor bektutiyeme
hayran hayran selam duram.

tesadüfler zayıftır alınma ama,
tesadüfen bakıyorum hayvanlarına.
biri diğerine kur yapıyor,
ben seviniveriyorum seslerine,
sanki beni kurtarıyor,
yalnızlıktan.
her ne geliyorsa başıma,
hani şu kuşun ötüşüne dikkat kesiliyorum,
hani ağaçların sofrasına misafirim ya,
işte ne kabahatim varsa bundan
her kurşunumun tetiği bunlar.

tesadüfler çirkindir alınma ama,
tesadüfen seninleydim yıllarca
kâh sınavım oldu koştum okula,
kâh sınavdan çıktım düştüm yola
ya eve vardım, ya evsizliğime

bir kez olsun yolum düşmeden başkasına,
bir kez olsun ulaşmak istemedim,
hep başkasına gidip,
yolüstü uğruyordum yanaklarına, sana.

Akşamüstü balkonu

Ömerle top oynuyorduk,
Mehmet de vardı,
Birkaç kişi ilerde Ayla bana bakıyordu
Top oynuyorduk,
Gülüyorduk.
Birden akşam oldu,
Anneler "mehmeet, yemek hazır"
demeye başladı.
Mehmet gitti,
Anneler "Ömeer, yemek hazır" dedi
Ömer gitti.
Anneler "kızım geç oldu" dedi.
Ayla gitti.

Sonra ben de gittim.
Bir balkon vardı bizim işte,
Birkaç sandalye kadar,
Oturdum sandalyeme sokağı izledim.
Mehmet hâlâ gelmiyordu.
Ömer de,
Ayla da.

Evler gibiydim,
insanlara sunulmuş kapılarım vardı,
pencerelerim.
Arkasında ne olup bittiği bilinmeyenlerim,

Bazen de,
Devler gibiydim,
insanlarla eşitti eğerlerim,
değerlerim.
Neredeyse birçoğundan hızlı atan,
kalplerim.

Akşam olur, ömer gider.
Sokakta kimse bağırmaz,
Üzülme ama,
konuşmazlar bile.
Balkonlar.

sondan bir önceki

öyle hayatlar hak ettiriyoruz ki kendimize,
hayallerle dolu,
dolu.
dop dolu
hep kıskanıyoruz bir başkasını. ne güzel yaşıyor diye.
-günaydın bitanem
-günaydın tatlım
günaydın insanlık!
yarın aynı güneşe bakmayacağız,
hep beraber!
kimimizin çocuğu doğacak,
kimimiz öleceğiz.
bu yüzden boşvereceğiz güneşi.
kimimize zaten gün olmayacak aydınlık.
geçende bir adam vardı işte ne yaptığını bilmeyen,
boş bulunmuş olacak ki sual etti;
“karanlıkta kendimi yalnız hissediyorum hep,
neden ileri gelir ki bu?”
hiç düşünmedim saniyelerce
karanlıktaysan, önünü göremiyorsundur,
e önünü göremiyorsan yalnızsındır zaten.
işe gittiğinde, “günaydın!” diyecek bir iş arkadaşın yoktur evvela.
sonra, “mümkünse bir ara odama uğrar mısınız?” diyecek o güzel kadın.
sayın müdürün. yoktur yani.
hatta belki işin de yoktur, cv’nde “yalnız” yazıyor diye.
dolayısıyla akşam eve geldiğinde,
“tatlım yorgun değilsen masayı hazırlamama yardım eder misin?” diyecek güler yüzlü,
ince belli bir eşin de yoktur. uğruna değil ışık bulmak, ölebileceğin.
“çocuk mu yapsak artık” diye düşünmezsin.
dünyanın çocuk getirebilecek kadar iyi bir yer olup olmadığını tartışmazsın
o güzel kadınla çırılçıplak uzanıp, kutuplardaki canlıların yalnızlığını umursamazca.

duyduğun en samimi söz “tuzu uzatsana”, en tutarlı göz temasının kahramanıdır.
ölümseyerek yaşarsın da “mutsuz mu acaba?” bile demezler hakkında.
çünkü çocukları bisikletten düşmüştür, dizi acıyordur.
sen hep ayaktasındır.
zaten ineceksindir bir sonraki durakta.

Pencereme küstüm

dağ mavisi çeşmelerin,
ağlak, nezle küfürlerine
haddine ve hadsizliğine
kendi saklı davasına
bir kadın çağırıyordu
gözleri kaktüs gibiydi kuruydu
eşref amca saatine baktı,
öylesine,
saatle işi yoktu.
hem gözleri kuruydu.
öğretmencilik oynayan çocuklar
eğitime bedelsiz katkı sağlardı,
şu tezgahı görseler.
pencereden bakıyordum yalnız yalnız
kadın bağırıyordu kocasına,
gözleri ıslaktı
kadınında, kocasınında,
çocuk ağlıyordu
hem anasına, hem babasına
gözleri ıslaktı

Yaşam döşeği

öfkeler yağıyor gökyüzüne
susamcı simitçiyle kavgalı
martının biri rahat,
bakıyor keyfine
balıklar kız alıp vermeye başlamış
farelere

utanç kahkahaları sergisinde,
herkesin boğazına düğümlenmiş-
yalnızlık hiç yalnız değil
mesela bir kertenkele-
hem de kuyruklu
daha ne kadar kızdırabilir ki-
umutsuzluğu?

bir adam uzanmış sokağın ortasına
yerde hayat bulur gibi.
galiba ölmüş
dirinin başına toplanmaz bunca kişi
ama kol saati?
nasıl çalışıyor

Düğün

ben burada gün gün sana ölürken,
sen kim bilir orada kimleri yaşatıyorsun
bayram düğün.

Hanımefendi!

şu sokağın sonundan,
köşeyi dönüp usulca
sokağı sevindirip
duvarları, taşları, ağaçları
usul usul bana doğru
gelir misin? belki cebimden küçük bir kız çıkarır,
“hanımefendi! çocuğunuzu düşürmüşsünüz” derim
pembe bakışlı, uzak bir kız çocuğu
seneye ilkokula başlayacak
bir çok erkeğin duasına özne-
olmaya başlayacak.
bir kız çocuğu.
bu kızın annesi misin?

hayır hayır hanımefendi, ben ihtiyar bir adamım
seneye üniversite sınavım var.
çok parasını harcadım,
para kazanayım diye, babamın.

bu kız annesiz büyüyecek,
babası benim
seneye ilkokula gidecek henüz adını koymadım
sen seç istersen,
ayla mı olsun?

bu arada hanımefendi, sigara içer misin?
ateşim var benim
hayır hayır hanımefendi! ben de sigara içmem.
bu kibrit kızımın hediyesi,
doğum gününde verdi

o geceyi bilemezsiniz hanımefendi.
o gece kimsem yoktu
-eşim ailemize yeni birey getirmeye gitti-
kızım dayanamamış olacak ki,
erken doğum gerektirdi.

eşim vardı işte,
o gitti.
artık kızım var.

o gün bu gündür hatrıma geldikçe susarım,
konuşacağım zaman bir kibrit yakar ağzıma atarım
… sen uzaksın tabii bunlara, gençsin.
ağzım yanıyor
öper misin?
geçsin

Sevişmek

yaptığımız aşk değil
yaptığımız yastıklarımızı aldatmak
hayallerle
sevişip-
yastıklarımızı bırakmak
hamile

Tanıyorum

“ama tanımıyorsun ki” dedi.
(dediği anlamda) Peygamberi de tanımıyorum.
Peygamberle bir tuttu kendini.
oysa vallahi,
Allah onu yaratırken bana da danışmış gibi
tanıyorum.

Elveda güzel kız

Bu akşam, uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım.
Çıkarken ceketimi alıp,
kendim gibi, yalnız
yalnız kendim gibi
yürüdüm sokağın sonuna kadar.
Bir yerde bitecek diye korktum
Fakat bitmedi,
yalnız kendim gibi,
yürüdüm evime kadar.
Canım biraz yanmadı değil.
Artık, sana tapan o adam yok ceketimin içinde
Her şey istediğin gibi,
ikinci bir emre kadar,
Elveda güzel kız
Elveda buruk bahar
Artık, sana tapan o adam nur içinde.

Rahmet

b-
errak
kim seşsizlik kaygısı
sapkın s-
uçlardan
s-uçsuzluktan
sessizliğe uzanan.
bedenini gördüm
eşsizliğini
pespembe dudaklardan
uzuvlara kaybolan seşsizlik
bedenin,
dağarcığımın betimleyeceği kadar-
değil!
gülücük-lerin,
tanrıdan ödünç -el-lerin
şu pervane aklım,
dizginlerim
gülen çocukların yüzlerinden
gülen gözlerinin ufkuna,
aklına-
emanetim.
masum-iye-t-
en öfkelisinden
ölümü reva gördüğün
ölümsüz bir lanetim.
ellerin vardı hatrımda, elsizliğim
bir gökgürültüsüyle seslenip,
kuşları selamladım
bi parça kördüm
kötüsü
hiç bilmediğim bir ülkede,
hiç varolmamış bir adamın,
kadınının rahmine düşebilirdim.
sen evrenin en güzel kadını,
en güzel annesinin rahmindeyken
ben sessiz soluksuz,
ölüme doğabilirdim
hiç tanışmamış olur,
hiç başlamadan biterdik
daha kötüsü
o gün
aynı kadının elzemi
aynı rahme düşebilirdik
annenin çocukları olarak,
hiç başlamadan.
ölebilirdik
adın bile aynı olmazdı-
belki.
o kadın sen olmazdın