Geçen saat

bir gökyüzü düştü yağmur tanelerinden
natamam bir ürperti umudu
sunuldu hiç görülmemiş bir güzellikte
hiç sıkılmamış ellerden
hiç başlamayacak gibi bitti sonra.
evvela kurumaya başladı sesler
bir keman yayında -eksik eksik-
yolunu kaybetmiş saatler de
-çığlık çığlık- tıkırdayarak yendi sessizliği

kaybolan efkarlar dağıldı atmosfere
var olan bir tek mum ışığı
ayak izleri eşliğinde, ağlamaya başladı
gövdesini saran gözyaşlarıyla alay edercesine
gövdesini ısırdı her saniye

-hay bin kunduz!- artık yok gökyüzü
sessizliği kalabalıklaştıran sokaklar
neriman hanımın kaşındıran püskülü
bir oldu yokluğun saçaklarıyla

-ki saçlarında- bir kadının gündüzü,
ölmeye yakın açlıklara
selam etti neşeyle -elveda-

geçen saat başladı bu öykü
şimdi biteviye bir sabah
bir gökyüzü özgürlüğü,
kaybolup gidiyor evrende.

bir belirsizlik araladı kapımı
sormadan daldı içeriye
usul usul üstümü örttü
hıçkırıklarımı gömdü sessizliğe
tam korkmuyorum derken,
aldı biçare bedenimi
koşar adım saklandı gizbeye,
bir kalem vardı elimde, bir de kağıt
yalnızlığı yazmaya başladım,
geçen saat